17 Aralık 2012 Pazartesi

FUTBOL'U SEVMENİN DENGESİ :(


Merhaba.

Şimdi futbol güzel bir olay bence. Oynaması da güzel, izlemesi de. Yani bence futbol güzel bir şey. Oynaması da güzel, izlemesi de.

Bir erkeğin futbolla ilgilenmemesini anlamıyorum. Şimdiden belirteyim, futbola ilgisi olmayan bir tumblr boy :( gelip bana “futbol şöyle, futbol böyle, ben daha çok belgesel…” gibi bir açıklama yapmaya kalkmasın, uzaklardan sert vururum.

Futbola ilgisi olmayan erkek olmaz olsun. Düşünsene Galatasaray - Arsenal maçı var ve herifin bundan haberi yok. LAN YÜRÜ GİT LAN BURDAN.

Futbolu sevmeyen, ilgi duymayan erkeğin sıcaklığı 12-15 derece dolaylarındadır. Ilık yani.

Bu tür erkekler eksiktir. Eksik erkek olmaz olsun :(

Ama bir ayı sıcaklığında da futbolla ilgilenmek hoş değil beyler. Haftada bir, tuttuğunuz takımın maçını izleyin, yeter. İlgi dediysek ayı ilgisi demedik. Bildiğiniz gibi, ayı yavrusunu okşarken öldürürmüş. Bu yüzden, insan gibi izleyin.

Fanatizm çok boktan be abi. İyi bir taraftar olmak çok başka bir olay.

Gelelim kadınlara..

Mesela futbolu sevmeyen erkeğe karşıyım. Kadınlar konusunda ise, bence biraz ilgisi olmalı. Mesela benim karım biraz sevsin futbolu lan. Çünkü ben karımla maç izlemek de isterim, haftada 1 kez. Ne güzel olmaz mı ya?

Yani hayatımın geri kalanını paylaşacağım kadınla maç da izleyebilmeliyim, onun istediği diziyi de seyredebilmeliyim.

Lan pamuklara sararım ha ben. Bir de 2 kız 1 erkek (1’er tane de olur tamam) bebek verirse bana, pamuk tarlası sürerim evin içinde, organik pamuklara sararım ya ben. Bırak hayatımın geri kalanını, öldükten sonraki mahşer balosunda da yanında olurum, en yakışıklı kavalye olurum, herkes bizden bahseder ya. Tüm ölülerin gözü üzerimizde olur abi.

Kurban olurum kız sana. Şu bebeklerin de güzelliğine bak hele bak. Canlarım benim. Baba kurban.

Ama şu da var ki futbolu çok seven kadındaki iticilik de mıknatısın aynı kutuplarında yok arkadaş. O kadar da olmasın yani.

Düşünsene, karım dediğin kadın tribünde kendinden geçiyor falan filan.. Oracıkta öldürün beni işte? Öldür abi?!

Futbol delisi kadının korkunçluğu > Gulyabani‘nin hayatımızda ilk gördüğümüz andaki korkunçluğu. Tartışmaya açmıyorum bile bu konuyu.

Ulan Gulyabani’yi ilk gördüğümde ne korkmuştum be.. Yaş 5 miydi neydi o zamanlar. Mutfağa gidememiştim de süt içemeden uyumuştum. Yazık..

25 Kasım 2012 Pazar

ÖZGÜR KADIN - ÖZGÜR ERKEK SAÇMALIĞI


Merhaba.

Her zaman eleştirdiğim bir konu var, beni bilen bilir. Şu özgür kadın/özgür adam saçmalığı.

Saçmalık diyorum; çünkü saçmalık. Bu kadar basit yani. Kurcalamaya gerek yok. Bugün sabaha kadar çok sevdiğim bir arkadaşımla dertleştim. Tabi ki isim-cisim vermeyeceğim. Sadece olaydan bir kesit sunacağım. GERÇEK KESİT. Zpammm!!

Arkadaşım kız arkadaşından ayrılmış. O sevgilim diye bahsetse de, şu yazımı okumayanlar okusunlar da neden ona “kız arkadaşı” dediğimi bilin isterim: http://kafayabakayniben.tumblr.com/post/26064561792/alakalar-m-z-n-yuzbin-sekline-isim-bulam-yoruz

Şimdi ben kızı da çocuğu da tanıyorum. Kız dün “alkol, sarhoşluk, tekila :(” muhabbeti yapınca dedim ki hay dedim ben dedim böyle dünyanın dedim; devamını getirmedim. Yani getirdim de şimdi buraya yazmanın ne manası var. Küfüre karşı bir insan değilim, bunu bilin yeter.

“Ben bir hata yaptım Sidar. O da bunu öğrendi. Twitter’dan bir çocukla dertleşmiştim, bunu kabullenemedi :(” dedi. Dedim doğru yapmış. Çünkü öyle rahat bir dünya yok abicim ilişkilerde. Hayatında kimse yokken ne halt yiyorsan ye, ama birine karşı sorumlulukların varsa şu sosyal medya denen boku dikkatli kullanacaksın.

Ondan sonra sikko bir kadın gibi “alkol, sarhoşum, yalnızlık, özlemek, tekilaaaa :(” diye dolaşırsın ortalıkta.

Ulan özlemek kelimesini kullanmak sizin gibilere mi kaldı ya? Şimdi ben böyle söyleyince yobaz oluyorum abi. Arkadaş, hayatında bir adam varken elin adamıyla samimi muhabbetlere girmeyeceksin. Hadi arkadaşın falan olsa tamam da twitter nedir ya? Facebook nedir?

Bu ikisini ben de kullanıyorum ama şu chat olayına hiç girmedim, girmeyeceğim de. Çünkü c2 midir nedir, bu nedir? ask.fm, formspring bilmem ne, insanlar bu kadar kolay ulaşılabilir olmayı nasıl kabullenebiliyorlar lan?

CHAT NE ABİ? Neyse, konumuz bu değil.

Gerçi umurumda değil bana söylenenler. Sonucunda haklı olduğumu görmem yeterli.

Yani bir ara özelden “genellemelerini sikeyim” diyen kadınlar bile oldu, bi sikseydiniz de rahatlasalardı genellemelerim. Buraya yazdığım hiçbir düşüncemde haksız çıkmadım bugüne kadar ve çıkmayacağımın da garantisini veriyorum. İster büyük konuşmak deyin buna, ister ukalalık, açıkçası pek umurumda değil; diyorum ya.

Bana ailem bile bu kadar karışmadı, sen de karışma” ne demek mesela? E perde arkasında milletle efsane muhabbet çeviriyorsun ama sen?

Aynı şeyler erkekler için de geçerli beyler. Buradan sadece kadınlara yüklendiğim anlaşılmasın, benim cinsim daha rezil.

Yani bu özgürlük denen kavramı çok yanlış anlıyorsunuz. Her boku yemek başka, özgür olmak başka.

Sinirlendim ben mesela gece boyu. Gerçekten özgürlük dediğin şey bu değil.

Sosyal paylaşım sitelerinin hayatımıza bu kadar entegre olması, bizleri mutsuz yapıyor. Bu kadar ulaşılabilir olmak rezalet. Zaten zamanımın gençliğinin, yaşıtlarımın, küçüklerimin yüzde doksanından nefret ediyorum. Bomboş ve bombok insanlar bunlar.

Tabi bu yazıyı okuyan herkes, kendisini geriye kalan yüzde on’un içinde sayacak; bunu biliyorum. Ama öyle değil işte.

Neyse, çok uzattım. Özgür kadın kafasındaki kadınla olmaz. Özgür erkek kafasındaki adamla olmaz. Bu kadar basit.

Sorumluluk kardeşim, sorumluluk.

Saygı kardeşim, saygı.

Bu iki kavram temeldir ve bütün hayat bu iki kavramın üzerine inşa edilir. Temelsiz hayatlarınız, yıkılmaya mecburdur ve açıkçası hiç üzülmüyorum bu sebepli mutsuzluklarınıza.

Söyleyeceğim daha çok şey var ama ben uzun yazı okumayı sevmeyen biri olarak, okutmayı da sevmiyorum. Şimdi “Sidar da amma geri kafalı, muhafazakar, yobazın tekiymiş” diyeceksiniz. Ama zerre alakam yok, bilesiniz.

Hatta aranızdan bazı üzerine alınan (neden acaba) erkekler ve kadınlar birazdan özelden “genellemelerini sikeyim” temalı mesajlar bile atacaktır muhtemelen. Çünkü çok özgürler :(

Ben muhafazakar değilim, sadece muhafaza etmek istediğim değerler var.

Sizlere rağmen.

11 Kasım 2012 Pazar

GÜZEL AŞK


İçinden maddi zorluklar geçmemiş aşklar, eksik olurmuş gibi geliyor. Öylesi, gerçekmiş gibi geliyor.

Mesela Turgut Uyar diyor ki;

Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş, 
Sana Sapanca’dan bir sepet elma almışım.

Turgut Uyar bu cümleyi kazara bana söylese, kendimi kollarına bırakır mıyım diye bir düşünürüm lan. (düşünemedi).

Ya da Nazım Hikmet bana dese ki;

Susamışsındır;
Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
Acıkmışsındır;
Sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
Memleket gibi yoksuldur odam.

dese; önce biraz üzülürüm. Çünkü siz de takdir edersiniz ki bana neden “kadınım” diyor ya?

Neyse, “Kadınım derken, Nazım’cığım?” diye buruk bir ifadeyle sorarım ama dalgalı saçlarını okşar mıyım Nazım’ın diye bir düşünürüm ya ben. (düşünemedi).

Konudan sapmayayım. Gerçekten maddi olarak zorluklar yaşanan bir evresi olmalı aşk dediğinin.

Orada birbirinize sıkıca tutunabiliyorsanız, gerisini düşünmeyin zaten.

Bunlar çok güzel şeyler bunlar.






22 Ağustos 2012 Çarşamba

BAHANELER



                                                   BAHANELER


28 Haziran 1914… Saat 01:15…

Sırp suikastçi Gavrilo Princip

Üstü açık arabasıyla karısını yanına alıp Saraybosna sokaklarında ilerleyen Franz Ferdinand‘ı…

Tek kurşunla… 

Öldürdü

Sonra ne mi oldu? I. Dünya Savaşı çıktı

Bu bahaneyle çıkıtı savaş…

20 Ağustos 2012… Saat 20:00 suları…

Faili meçhul bir saldırı… Yer Gaziantep

9 ölüOnlarca yaralı… 

Ve ardından…

Yurdun her köşesindeki BDP binaları

Saldırılara uğruyor…

Bu bahaneyle

Hikayeler çok benzer değil mi?

Yılmaz Özdil gibi yazayım da, adamın yazdıklarını anlamadan da olsa beğenip paylaşan insanlar da okusun yazımı diye böyle yazdım.

Bol üç noktalı, alt alta

Yani devletim, yine derin derin çalışıyor anlaşılan.

Gözünü kan bürümüş insanlar da oraya buraya lanet okuyor. Ne güzel kandırılıyoruz, değil mi?

2 Temmuz 2012 Pazartesi

KEMAL SUNAL






                                          KEMAL SUNAL

          Kemal Sunal.. Dünyanın en büyük sanatçısı, dünyanın en güzel insanı.. Benim için ne kadar özel bir yerde olduğunu anlatmak çok zor, zira anlatırsam bu yazı çok uzun olur.

          Bugün 3 Temmuz 2012.  

          12 yıl önce, yine ölmemesi gereken biri öldü. Bu seferki, ölmemesi gereken ikinci insandı benim için. O da öldü. 3 Temmuz 2000'de...

           Bu fotoğrafta hüzün ve mutluluk bir arada.

           Kendisini, en sevdiğim fotoğrafıyla anmak istedim.


           Gözlerinde hüzün olan insan, dünyanın en güzel insanıdır..

           İyi ki doğdun Kemal Sunalölmen önemli değildi sen öldükten sonra..

24 Haziran 2012 Pazar

GALATASARAY VE DİĞERLERİ




               İçimden geldi, bu konuda uzunca kendimi ifade etmem farz oldu. Çünkü ortalık karıştı, düzen bozuldu. 

               Hani bir ara fenerbahçeliler "17'ye karşı 1" diye bir yalan sloganla dolaşıyorlardı ortalıkta, "fenerbahçe cumhuriyeti" gibi yalan..


               Aslında bunu tamamen yaşayan Galatasaray; fakat yine nemalanan fenerbahçe, beşiktaş gibi kulüpler. Nasıl mı? 


               Her şey ortada aslında. Şike sürecinde utanmasalar tek suçluyu Galatasaray gösterip, fb ve bjk'yi kurtarma peşine düşen Mehmet Ali Aydınlar ve Yıldırım Demirören federasyonları ortada. Bunun son halkası da zaten geçenlerde Galatasaray'ın PFDK'ya sevk edilmesiyle yaşandı. Krizi çözmek yerine, içine herkesin dahil edildiği bir çözüm yolu, ancak kafası kocaman olan bir federasyon başkanı ile bulunabilirdi. Tüpçü de bunu yaptı. Ancak yine bekledikleri gibi olmadı. Galatasaray adını lekelemek isteyenler, yine hüsrana uğradı...


                Mesela son zamanların popüler konusu, Ali Sami Yen Arena'nın bjk ile ortak kullanımı.. Bir başbakan, bir spor bakanı, bir iktidar düşünün ki, bu olayın gerçekleşmesi için seferber olmuş. Fikret Orman'ın nasıl bir çevreden olduğu malum, hükümetle arası gayet iyi. İstediği gibi at koşturabilir bürokratik konularda.. O da bunu yapıyor. Ama bu gerçekten acınası bir durum aslında


                Beşiktaş, birkaç ay sonra 110. yılını kutlayacak. Ve şu anki durumları yancılıktan, aşağılık kompleksinden, çapsızlıktan ve duruşsuzluktan ibaret. Bence Beşiktaşlıların oturup düşünmesi lazım. Ama bir fikir edineceklerinden şüpheliyim. Zira söz konusu Galatasaray ise fenerliyle beşiktaşlı kardeştir her zaman. Bu öyle bir kardeşliktir ki adı konulamaz. 


                Öncelikle şunu artık bilmesi lazım diğer takımların taraftarlarının. Arena peşkeş çekilmedi Galatasaray'a. Ali Sami Yen arazisinden vazgeçip Seyrantepe'ye giderek, devlete milyon dolarlar kazandırdı Galatasaray. Karşılığında ise devletten nankörlükler gördü. Hala da görüyor. Stat konusunda Galatasaray'a yapılan devlet baskısı herkesin malumu. 15 Ocak 2011'de Galatasaray taraftarına aleni bir şekilde küfür eden Suat Kılıç, bugün spor bakanı ve Galatasaray'a baskı üstüne baskı yapıyor. Beşiktaş zaten yancı, bu baskı onların işine geliyor. 


                 Neden kimse şu soruyu sormuyor : fenerbahçe yöneticileri Beşiktaş'a "gelin Kadıköy'de oynayın" dediler, Beşiktaşlılar neden kabul etmedi?


                 Olay ulaşım falansa, İnönü Stadı'nın hemen önünden Kadıköye vapurla geçiyorsun. Ya da metrobüse binip Saraçoğlu'nun hemen önünde iniyorsun? Seyrantepe'ye gidiş geliş çilesini bilmeyen yokken, sen neden Arena için ısrar ediyorsun? Yoksa olayın perde arkası farklı mı sayın Fikret Orman?


                 2003 yılında bize Olimpiyat Stadı kapısını gösterenler, şimdi neden iktidarın götünü yalayarak Olimpiyat'a gitmemek için Arena kozunu oynuyorlar? 


                 Görüldüğü gibi bunlar, sürekli Galatasaray üzerine oynanan oyunlar. Galatasaray'ı sürekli içinde bulundukları kaos ortamına çekmek ve orada tutmak isteyenlerin oyunları. Kindar bir hükümetin, güç gösterisi yapmak adına Galatasaray üzerinden oynadığı oyunlar. 


                 Gündemde savaş var. Suriye ile sıcak temaslar var ve milletin derdine bak anasını satayım. 


                 Şunu da söyleyelim ki cahiller okursa öğrensin: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena devletindir. Tıpkı diğer tüm statların devlete ait olduğu gibi. Ancak, üst kullanım hakkı da Galatasaray'ındır. Bu durumda kararı Galatasaray Genel Kurulu "hayır" şeklinde verecektir. Siz de siktir olup gideceksinizdir. 


                 Cahil, hazımsız rakipler gerçekten can sıkıcı. Araştırma yapmayan insanlara yazıyla cevap vermek beyhude bir çaba olsa da, umut işte.. 


                 Yalnız ve güzel Galatasaray'ım; yarın bizim, yılmayasın. Yüreğinde güç olmalı..
                 





17 Haziran 2012 Pazar

UCUZ İNSANLAR SARMIŞ DÖRT BİR YANIMI

          Baştan belirteyim, küfürlü bir yazı olacak. 

          İnsan, gün geçtikçe, aslında diğerlerinin hiç de düşündüğü gibi olmadığını görüyor. Çevremizde tuttuğumuz arkadaşlarımız, dostlarımız; genelde bizim gibi düşünen (elbette tamamen aynı düşünmek olanaksız) insanlar olduklarından, "diğerleri" hakkında pek fikrimiz olamıyor tabi.. Olan fikrimiz de "istediğimiz gibi" oluyor. Ama öyle değil işte.

          Beni hayatta en çok üzecek olan şeydir hayal kırıklığı. Ve ben insanların hallerini her gördüğümde, her defasında hayal kırıklıkları yaşıyordum. Artık yaşamıyorum. Çünkü biliyorum ki insanımızın %90'ı afedersiniz yarrağı yemiş vaziyette.

           Bu yazım erkeklerle ilgili olmayacak, zira %99'unun götüne koyayım. Aptal aptal tipler türedi. Erkek gibi erkeklerin sayısı çok az. Çirkin bir tabir olacak biliyorum ama, iki kız tavlayacağım diye şekilden şekile giren tavizkar pezevenklerin amına koyarım afedersin. Ne ülke gerçeklerinden haberleri var, ne dünya gerçeklerinden. Ne açıp bir kitap okurlar, ne gazetede bir köşe yazısı, ne de başka bir şey. Siyasete dair bildikleri tek şey "Akp karşıtı isem mutlaka Atatürkçü bir kızı götürürüm" kafası. Ya da tam tersi olup yine bir şeyler amaçlayan tipler. Yani işler amaca dayalı. Neyi savunduğunu, neye karşı olduğunu bilmeyen, sikik bilgisayar nesilleri. Seni "cool" gösteren kirli sakalını taşıyan içi bomboş kafanı siksinler canım kardeşim.

Tabi ki bunun dışında bir %1 var, onları tenzih ediyorum.

Asıl yazmak istediğim, kadınlar hakkında..

Mesela en basit örnek; bugün twitter'da birkaç kız pipi muhabbeti yapıyordu. Anladığım kadarıyla bir çocuğun "küçük pipisi" ile dalga geçip, onu ezdiklerini düşünüyorlardı. Ve bunu, onları takip eden yüzlerce kişi görüyordu. Ve onlar, bunu biliyorlardı. Ve onlar, çok rahatlardı...

Başka bir kız, az önce "az önce herifin biriyle seks yapmayı kabul ettim. Gavur nasıl sevişiyormuş, görek." yazdı mesela. Anasının amı.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, içimde herhangi bir yasak isteği veya buna benzer herhangi bir istek yok. Herkes kendi hayatını yaşamakta özgürdür benim düşünceme göre. Kimsenin yaşam şeklini kısıtlamak aklımın ucundan bile geçmez. Ama insanda biraz utanma olur. Gerçekten insan bir şeyleri yaparken yüzü kızarabilmeli. Utanma duygusu olmalı bir insanda.

Mesela ben küfrediyorum. Küfür ederim ben, her ne kadar çok etmemeye çalışsam da "küfür etmem" dersem yalan söylemiş olurum. Yalan söylemem. Küfür de yazarım. Küfürlü konuşmam, buraya ayrı bir parantez açıyorum. Küfür etmek başka, küfürlü konuşmak başka. Ama bir küfür yazdıysam gerçekten çok utanıyorum ve hemen ardından özür mahiyetinde bir şeyler karalıyorum.

Fakat artık genç kızlarda, kadınlarda ne utanma var, ne başka bir şey. İğrençsiniz. Sizden iğreniyorum, tıpkı sizin gibi olan sikko erkek versiyonlarınızdan iğrendiğim gibi. Sonra yalandan duygusal triplere giriyorsunuz amına koyayım. Yok yatağımın soğuk tarafı, yok ellerini özledim, yok yanımda olsan sadece varlığın yetse falan filan..

Bu kadar basit mi yahu? Az önce yüzlerce insanın önünde küçük pipi muhabbeti çeviriyordun?

Az önce yüzlerce insana "az önce herifin biriyle seks yapmayı kabul ettim. Gavur nasıl sevişiyormuş, görek." diyordun?

Ki bunlar sadece iki basit örnek. Basit diyorum, çünkü daha neler var..

Gerçekten ben utanıyorum. Hayat görüşüm sebebiyle karışmıyorum elbette, bir şey söylemiyorum ama, toplu olarak hepinizin varlığını sikeyim!

Hayal kırıklıklarımdan biri bu işte. Alem orospu olmuş azizim.

Erkeği de orospu kadını da. Kim kimi sikeceğinin derdine düşmüş, adını da "rahat olmak" koymuş.

Burada biraz kendimle ilgili de yazayım ki insanlar yobaz falan olduğumu düşünmesin. Sevişin, için, küfredin, sarhoş olun, ne yaparsanız yapın. Hayat sizin, buna kimsenin müdahale etme hakkı yok. Ama bunu insanların gözüne sokmayın "rahat olma kisvesi altında".. Biliyorum, ne yazarsam yazayım yanlış anlaşılacağım. Gören diyecek ki bu adam peygamber galiba. Ağzına içki sürmez, sevmez, sevişmez, küfür etmez, bilmem ne yapmaz...  Ama bir kendinize bakın, biraz düşünün. Sonra ağzınıza alın mutluluk kelimesini..

Biz ne zaman böyle rezil insanlar olduk yahu?

Utanma duygusu körelmiş bir nesil yetişti artık.. En önemli duygu belki de bu. Çok yazık.

Sorun bende ya da benim gibi düşünenlerde mi acaba abi? Azınlık durumunda hissediyorum kendimi. Bu düşüncelerimi dile getirince yobaz oluyorum amına koyim?

Yaşamak dediğin, böyle ucuz bir şey mi?

İnsanların gerçek yüzlerini görmekten korkar olduk, yalan olduklarını bile bile inanmaya çalışıyor artık insanlar.

Özentilikten ve özentilerden iğreniyorum. Nefret etmiyorum, iğreniyorum sadece.

Şu piyasacılığınız götünüze öyle bir girecek ki, hayatınız boyunca çıkmayacak, bunu bir düşünün derim tavsiye olarak...

Yeter, çok uzun oldu.

Okumayı sevmeyip, önce yazının uzunluğuna bakıp okumaya karar verecekler için de sondan belirteyim, küfürlü bir yazıdır.




8 Haziran 2012 Cuma

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM - AHMED ARİF



Ahmed Arif - Hasretinden Prangalar Eskittim

Böyle bir çalışma yaptım bugün. İyi dinlemeler..

6 Haziran 2012 Çarşamba

BİR ADIN KALMALI - AHMET HAMDİ TANPINAR



Seslendirdiğim son şiir;

Ahmet Hamdi Tanpınar - Bir Adın Kalmalı

İyi dinlemeler herkese..

25 Mayıs 2012 Cuma

GOMIDAS VARTABED



                                          GOMIDAS VARTABED

                     
              Müzik zevkimi, beni tanıyanlar bilir. Kardeş Türküler'in merkezimde olduğu, çevresinde de bu tarzda yıldızların döndüğü bir galaksi. "Galaksi" diyeyim ki havalı olsun.

              Benim bir şarkıyı ya da türküyü sevebilmem için, içinde hüzün barındırması gerekiyor. Bu, en mutlu anlarımda da en mutsuz anlarımda da böyledir. Çünkü hüzün, hislerin en gerçeğidir. Ve hikayesi olan hüzünler gerçektir. Mesela, popçuların aşk şarkılarını dinleyip içmeyi aklım almıyor benim. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim; pop'a hayır! Teşekkürler.

               Demek istediğim şu ki; hüzünlenmenin de bir adabı vardır. Ve ben hüznün en gerçeğini türkülerde bulurum. Hani derler ya, ağlamak için anlamaya gerek yok; farklı milletlerin muhteşem türkülerinde de bulurum.

               Gomidas Vartabed de bu türkülerin önemli neferlerinden. Çok sevdiğim Ermeni müziğinin, babası derler ona. 1869 yılında Kütahya'da doğmuş bir Ermeni müzikolog ve rahip'tir Gomidas. Hüzünlü; ama dolu dolu bir hayatı vardır, müzikle, yazıyla, dinle...

                Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybetmiş, maddi olarak da kötü günler geçirmiş. Kilise'nin kendisine sahip çıkmasıyla rahatlayan Gomidas -asıl adı Soğomon Kevork Soğomonyan'dır-, 5000'e (yazıyla beş bin) yakın Ermeni şarkısını derlemiştir. İnanılmaz bir özveri ve muazzam bir sayı. Aynı zamanda bu şarkıların notalarını da çıkarır ve aynı zamanda söyler de!

                 Yani, benim hayranlıkla dinlediğim şarkıların belki de hepsi bu güzel adamın ellerinden geçti. Saygı duymamak elde değil..

                  Fakat Gomidas'ın asıl acıklı hikayesi, küçük yaşta anne ve babasını kaybetmesi değil bana göre. Yaşadığı acılar öylesine büyük ve hazin ki, ölümün lafını edemiyor insan.

                  O kara 1915 yılında, Gomidas ve yaklaşık 300 Ermeni aydını, tutuklanıyor ve tabiri caizse bir toplama kampına götürülüyor; Çankırı'da.. Başına neler getirilecek kim bilir. O da bunun farkında..

                   Çalışmaları dağıtılıyor, yakılıyor ve yok ediliyor. Esir kampında tutulması yetmiyormuş gibi, onca emek vererek hazırladığı müzik çalışmaları, yazdığı yazılar, kiliseye dair koro müzikleri vesaire hepsi yakılıyor, yıkılıyor ve yok ediliyor.. Ve depresyona giriyor. Fakat, Gomidas'ın iki arkadaşı ona yardım etmeye karar veriyorlar. Yakın arkadaşlarıdır bu iki kişi ve Gomidas'ı İstanbul'a naklettirmeyi başarıyorlar. Bu iki arkadaşından birinin adı Ziya Gökalp, diğerinin adı ise Halide Edip Adıvar...

                   İstanbul'da ne yapılırsa yapılsın, depresyonu atlatamıyor. Şizofren diyorlar Gomidas'a! Şizofreni teşhisi koyuyorlar... Ve doğruca Paris'te bir akıl hastanesine yolluyorlar.

                   Adam aklını kaçırıyor yahu, hayatını adadığı çalışmaları bir anda yok ediliyor. Vatanından koparılıyor, esir kamplarında tutuluyor, ölümle burun buruna getiriliyor. Ermeni olduğu için. Bu adam Ermeni olduğu halde Türkçe'den başka bir dil bilmeden büyüyor, Anadolu'da doğup yetişen gariban bir kimsesiz.. Ve sonra okuma yazma bilen diğer birçok Ermeni ile tutuklanıyor. Suçu, Ermeni olması!

                    Neyse, Gomidas'ın hikayesinin son kısmını anlatıp bitireyim. Kendisi Paris'e gönderildikten sonra çeşitli akıl hastanelerinde yaşıyor ve 1935 yılında ölüyor. Delirmiş vaziyette ölüyor....

                    O kadar değerli şeyleri yok etti ki bu ülke tarih boyunca, insanın düşündükçe bile gözleri doluyor.

                    Siyaset yapacak değilim, zaten siyaseti de, yapmayı da sevemem samimiyet olmadığı için. Bu yüzden insani ne kadar tepki verirsem vereyim, bu yazıyı okuyan kötü niyetli biri varsa, yazımı amacının dışında okuyacaktır ve ben de bunu istemem elbette.

                     Burada Gomidas Vartabed'e ait Kasuna adlı bir parça ve o parçanın ışığında yapılmış kısacık bir video var : http://vimeo.com/40864861

                     Burada bir kiliseye yapmış olduğu orijinal kayıt var: http://grooveshark.com/#!/s/24+Nisan/4qw4fI?src=5



                     Kendisine ait bir kayıt daha : http://www.youtube.com/watch?v=-VHXiPuGQZY


                     Acıyla yoğurulmuş bir seshttp://www.youtube.com/watch?v=bFy63islPjk&feature=related

                     Onun derlemesinden, bugünehttp://www.youtube.com/watch?v=NktBLXu0Fec&feature=related

                     Ve buraya yazmadığım daha niceleri..

                     Bildiğim şu ki, binlerce eserinden günümüze kalan, bana acı verecek kadar az sayıdır..

                     Okuyan ve dinleyen herkese teşekkürler..

                     Çalışmaları için ise, bu güzel adama binlerce kez teşekkürler..
                     


                     


     

19 Mayıs 2012 Cumartesi



GALATASARAY - ARSENAL MAÇI



     
        
                  Bu günlerde Ahmet Tanrıverdi'nin, nâm-ı diğer Fıstık Ahmet'in kitabı da okumakta olduğum kitaplar arasına girdi. Kitabın adı "Atina'daki Büyükada". Kendi ülkeleri olan Türkiye'yi terk etmeye zorlanmış Rum vatandaşlarımızla birlikte bizleri Atina'ya da götürüyor. Kitabın özelliği, canlı tanıklar yoluyla anlatılan gerçek hikayelerden oluşması.


                  Kitabı kabaca karıştırırken, gözüme bir başlık çarptı hemen: "Arsenal - Galatasaray maçı". Yazının başlığında Galatasaray ismini öne yazmamı kimse garipsemedi sanırım. Galatasaray her zaman ön sıradadır.


                  Şimdi size bu kısa ve güzel hikayeyi aktaracağım:


                  "Sene 2000 Ahmet. Mayıs ayında bir tatilim vardı, Girit'e gittim. Tesadüfe bak, Danimarka'da UEFA kupası final maçı oynanıyor. İngilizler'in Arsenal'i ile bizim Galatasaray karşılaşıyor. Maçı bir tavernada televizyondan izliyorum. İngilizler bir hayli fazla. Yunanlılar da var. Galatasaray'ın kaçırdığı pozisyonlarda havaya fırlıyorum. Bir Yunanlı seslendi:


                  - Burada Türk var galiba.


                  Ayağa kalktım ve elimi kaldırdım;


                  - Evet, dedim.


                  Maç penaltılara kaldı. Arsenal elendi. Galatasaray kupayı aldı. İngilizler tavernayı terk etti. Yunanlılar ile ben tavernada kaldık. Garsonu çağırdım. Üç şişe şampanya açtırdım ve herkese dağıtmasını söyledim. İnanır mısın Ahmet, hiç birisi ısmarladığım şampanyayı içmedi.


                  Ben ise Avrupa şampiyonluğunun keyfini, yanımdaki bir İtalyan dilberle bütün gece otelde çıkardım."


                  Bu sözler, 6-7 Eylül olaylarından sonra ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan Büyükadalı Rum'lardan birine ait...


                  Yazıyı okurken şu cümle, içimden bir parça kopardı: "İngilizler'in Arsenal'i ile bizim Galatasaray karşılaşıyor."


                  Büyükadalı bir Rum'dan, "bizim Galatasaray" sözü.. Hani zamanında düşmanlıklar besleyerek ülkelerinden kovduğumuz bir Rum'dan...


                  Hayat ne kadar güzel ve ne kadar korkunç şeyleri bir arada barındırıyor değil mi?


                  İnsanın içi, gururla acıyor... Galatasaray'ın gururuyla, insanlığın acısıyla acıyor...



13 Mayıs 2012 Pazar

GERÇEK ŞAMPİYON


"GERÇEK ŞAMPİYON"


              Çok bekledik, çok istedik. Sonunda geldi 18. şampiyonluk ve Galatasaray bayrağı yeniden ait olduğu yere çekildi; resmi olarak. Resmi olarak diyorum, zira o bayrak hiçbir zaman bir alt sıraya inmez bizim için.


              Yazılacak, söylenecek o kadar şey var ki, hiçbir şey yazasım gelmiyor bu yüzden. Ters etki yaratan durumlar oluyor bazen böyle, idare edelim. Kendisini Galatasaray'a rakip görenlerin, Galatasaray'a yaklaşmak adına başvurduğu masa başı & kural dışı olaylar yüzünden rezaletler ve skandallar eşliğinde başladı sezon. Sezon bitti, skandallar devam ediyor. Olsun. Atılacak en büyük tokat şampiyonluktu ve atıldı. Hem de şikecilerin sahasında, evinde. Yüz yılın ayarı.


              Galatasaraylıların her zaman söyledikleri bir cümle vardır; en güzel cümle: İyi ki Galatasaraylıyım. Bu rezil, kimse tarafından ciddiye alınmayan ligde, buralara ait olmadığını anlatırcasına dimdik ve gururla ayakta duran bir kulübün, bir kültür simgesinin mensubu olmak muhteşem bir şey. Teoride -ülke sınırları içerisinde- en büyük rakibiniz, ne kadar namussuzluk, onursuzluk, hazımsızlık, ahlaksızlık vs. varsa yapıyor; siyasetçisinden federasyon yetkililerine, hukukçusundan satılık medyasına kadar herkes bu namussuzluklara perde olmaya çalışıyor ve siz tüm bunlara rağmen ipi göğüsleyen taraf oluyorsunuz. Üstelik tüm bu namussuzluklarla size rakip olabileceğini zanneden camianın başkanı, şampiyonluk maçından önce "iki takımımızı da şampiyon saygınlığıyla selamlıyorum" diye pişkin bir açıklama yapıyor.


              Bin bir türlü oyunla önü kesilmeye çalışan Galatasaray'ım, tarihinin en anlamlı şampiyonluklarından birini aldı bu sene. Paranın, kulluğun, köleliğin, karanlık gücün prim yaptığı bu kayıp ülkede büyük başarıdır bu ve bunun tek bir açıklaması vardır... O da Galatasaray'ın bir his takımı olduğudur.


              Diyorum ya, söylenecek çok şey var ama muhatabın olacak kimse yok. Seviye farkı bas bas bağırıyor.


              Her şeyi bir kenara bırakıp diyorum ki; şampiyon saygınlığı öyle olmaz, böyle olur:


           
                İyi ki Galatasaraylıyım...

10 Mayıs 2012 Perşembe

"ALLAH SENDEN RAZI OLSUN"

"Allah Senden Razı Olsun"


Kendimi bildim bileli duyarım bu cümleyi. O kadar çok duyarım ki, ne anlama geldiğini düşünmeme fırsat olmamış belli ki..


"Çok fazla söylenen seni seviyorumların anlamı kalmıyor" klişesine girecek değilim; zira bunun tamamen bir aptallık ve korkaklık olduğuna inanırım. (Bu konuya ileride değineceğim).


Yani, çok fazla söylenen Allah senden razı olsunların pek bir anlamı kalmıyor demeyeceğim demek istiyorum. Bunu geçtik.


Hayatımıza dinlere dair muhabbetler, eğitimler girdiğinden beri bize öğretilen en önemli şey belki de "Allah'ın ahirette melekleri ile bizi sorguya çekeceği ve cennet veya cehennem yolunu açacağı" idi. Yani, eğer Allah bizden razı olursa, akla hayale sığmayacak bir huzurun ve mutluluğun olduğu cennete gideceğimizi söylediler, söylerler.


İster inanan bir insan olun, ister inanmayan. Bu konu benim için hiç önemli değil. Kaldı ki ben de körü körüne hiçbir inanca bağlı olmam, sorgularım. Yani ne tamamen inanırım, ne de tamamen inanmam. Fakat zorunda olduğunuz bir şey var; o da saygılı olmak. İnananların inanmayanlara, inanmayanların da inananlara saygılı olma zorunluluğundan bahsediyorum. Neyse, konumuz bu değil.


Başlıktan da anlayacağınız üzere, inanan insanların penceresinden bir cümle hakkında yazıyorum. Ve bu pencereden bakıldığında, tartışmasız dünyanın en güzel temenni cümlesi.. Bir insanın başka bir insana söyleyebileceği en güzel temenni cümlesi..


Çünkü bu pencereden baktığımızda, yaşamdaki gayenin ahiretteki huzura dair olduğunu görmemek mümkün değil. İnanan bir insanı cennetle müjdeleyebilme fırsatınız olduğunu düşünün. Sonra o insanın yüzündeki tarif edilemez mutluluğu hayal edin. Sanırım ne demek istediğim anlaşıldı.


Mesela bir de işin şu boyutu var ki, beni benden alır:


Çiftlerin, eşlerin birbirlerine bu cümleyi söylemeleri. Bir hayatı paylaşmanın en güzel özeti, dünyanın en saf, en içten temennisi belki de.


Durup dururken aklıma geldi işte..

4 Mayıs 2012 Cuma

SOSYAL PAYLAŞIM SOSYALLİĞİ (!)



Sosyal Paylaşım Sosyalliği 

İnternetin hayatımıza girmesi müthiş bir olay. Bunu tartışmak bile saçma olur, zira dünyadaki iletişimin %97'sini yükleniyor internet. Dünyanın en büyük 500 şirketi içinde onlarca sanal ağ/bilgi kaynağı yer alıyor falan filan. (İstatistiki kısım, Uğur Meleke'den alıntıdır.)

İnternetin yaygın kullanımıyla birlikte sosyal paylaşım ağlarının da coşması bir oldu. Hepimizin kullandığı, paylaşımlarla faydalandığı, eğlendiği bir ortam oluştu haliyle. Birbirini tanımayan milyonlarca insan bir anda kırk yıllık arkadaşmış, kadim dostlarmış gibi muhabbet haline girmeye başladı. İnce çizgi de bana göre bu noktadan sonra geçildi ve artık önüne geçilmez, rezil bir duruma geldi hayat. 

Samimiyet ve sadakatin bir anlamda önü kesildi, çünkü normal ve sade bir insan yaşamına göre daha fazla "seçenek" sunulmaya başladı insanların önüne. Buradaki "seçenek" kelimesinin olumsuz olduğunu tahmin edebiliyorsunuzdur. Şöyle ki; fotoğrafa bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Aslında sadece fotoğrafı paylaşıp, hiçbir şey yazmasam da ne demek istediğim anlaşılırdı diye düşünüyorum. Ancak boş boş böyle bir fotoğrafı paylaşmaya gönlüm el vermedi :( 
Devam ediyorum fotoğraf üzerinden. Kim bu ilişkinin samimiyetinden söz edebilir mesela? Evet, ben de biliyorum ki tüm ilişkiler bu durumda değil. Ama bu durumu yüzdeye vuracak olursak inanılmaz bir sayının çıkacağından da eminiz sanırım?

Yani sosyal paylaşım ağlarının kölesi oldukça samimyet denen o güzel kavramın içi boşalıyor.

Sadakat denen o kutsal kavramın yerinde çoğu zaman yeller esiyor.

İnsanlar; yazdıklarında, paylaştıklarında, fotoğraflarında vs kendileri gibi değil, olmak istedikleri gibi gösteriyorlar kimliklerini. Bu durumda, dürüstlük denen o ender rastlanan kavramın da üzerini bir güzel çizebiliyoruz aslında.

En basitinden ve kısasından, bu üç kavramı ele aldım: "Samimiyet-Sadakat-Dürüstlük"

Benim fikrimce mutluluğun 3 altın anahtarı..

Artık yavaş yavaş mide bulandıran bir dünya olmaya başlıyor burada.. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan, samimiyetsiz ve çıkar peşindeki bir dünya..
Bunların dışında olan minik azınlığı tenzih ederim, sadece gözlemlerimi söylüyorum.

Yeni insan profilinden iğreniyorum. 

Keşke 1950'lerin, 60'ların İstanbul'unda yaşasaydım, keşke o zamanın nispeten saflığında aşık olma şansına erişseydim, o zamanların saygılı diyaloglarında yer alabilseydim derim ben hep; şimdiki yozlaşmayı gördükçe.

Ama seçtiklerimizle yaşamak kolay, payımıza düşene razı mıyız? Asıl sorulması gereken bu ve sanırım ben razı olamayacağım. 

İnsanların birbirlerine karşı düşünceleri ve kendilerini gösterme şekilleri, benim razı olabileceğim bir dünyaya ait değil çünkü.

Şunu da belirteyim ki, öyle muhafazakar ve katı bir insan değilim. Fakat muhafaza etmek istediğim değerler var, evet.