Sosyal Paylaşım Sosyalliği
İnternetin hayatımıza girmesi müthiş bir olay. Bunu tartışmak bile saçma olur, zira dünyadaki iletişimin %97'sini yükleniyor internet. Dünyanın en büyük 500 şirketi içinde onlarca sanal ağ/bilgi kaynağı yer alıyor falan filan. (İstatistiki kısım, Uğur Meleke'den alıntıdır.)
İnternetin yaygın kullanımıyla birlikte sosyal paylaşım ağlarının da coşması bir oldu. Hepimizin kullandığı, paylaşımlarla faydalandığı, eğlendiği bir ortam oluştu haliyle. Birbirini tanımayan milyonlarca insan bir anda kırk yıllık arkadaşmış, kadim dostlarmış gibi muhabbet haline girmeye başladı. İnce çizgi de bana göre bu noktadan sonra geçildi ve artık önüne geçilmez, rezil bir duruma geldi hayat.
Samimiyet ve sadakatin bir anlamda önü kesildi, çünkü normal ve sade bir insan yaşamına göre daha fazla "seçenek" sunulmaya başladı insanların önüne. Buradaki "seçenek" kelimesinin olumsuz olduğunu tahmin edebiliyorsunuzdur. Şöyle ki; fotoğrafa bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Aslında sadece fotoğrafı paylaşıp, hiçbir şey yazmasam da ne demek istediğim anlaşılırdı diye düşünüyorum. Ancak boş boş böyle bir fotoğrafı paylaşmaya gönlüm el vermedi :(
Devam ediyorum fotoğraf üzerinden. Kim bu ilişkinin samimiyetinden söz edebilir mesela? Evet, ben de biliyorum ki tüm ilişkiler bu durumda değil. Ama bu durumu yüzdeye vuracak olursak inanılmaz bir sayının çıkacağından da eminiz sanırım?
Yani sosyal paylaşım ağlarının kölesi oldukça samimyet denen o güzel kavramın içi boşalıyor.
Sadakat denen o kutsal kavramın yerinde çoğu zaman yeller esiyor.
İnsanlar; yazdıklarında, paylaştıklarında, fotoğraflarında vs kendileri gibi değil, olmak istedikleri gibi gösteriyorlar kimliklerini. Bu durumda, dürüstlük denen o ender rastlanan kavramın da üzerini bir güzel çizebiliyoruz aslında.
En basitinden ve kısasından, bu üç kavramı ele aldım: "Samimiyet-Sadakat-Dürüstlük"
Benim fikrimce mutluluğun 3 altın anahtarı..
Artık yavaş yavaş mide bulandıran bir dünya olmaya başlıyor burada.. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan, samimiyetsiz ve çıkar peşindeki bir dünya..
Bunların dışında olan minik azınlığı tenzih ederim, sadece gözlemlerimi söylüyorum.
Yeni insan profilinden iğreniyorum.
Keşke 1950'lerin, 60'ların İstanbul'unda yaşasaydım, keşke o zamanın nispeten saflığında aşık olma şansına erişseydim, o zamanların saygılı diyaloglarında yer alabilseydim derim ben hep; şimdiki yozlaşmayı gördükçe.
Ama seçtiklerimizle yaşamak kolay, payımıza düşene razı mıyız? Asıl sorulması gereken bu ve sanırım ben razı olamayacağım.
İnsanların birbirlerine karşı düşünceleri ve kendilerini gösterme şekilleri, benim razı olabileceğim bir dünyaya ait değil çünkü.
Şunu da belirteyim ki, öyle muhafazakar ve katı bir insan değilim. Fakat muhafaza etmek istediğim değerler var, evet.